Doğduğumuzda hepimiz bütünden ayrı olmadığımızı biliyorduk. Yaprağı olduğumuz
ağaçla birdik. Damla değil okyanustuk. Sonra kalıplara boğulduk, kurallarla
yoğrulduk. Tek olmayı, yani BEN olmayı marifet olarak saydık. Ama bir
tarafımızda bütünden kopma kaygısını taşıdık yıllarca.
Toprak bizden ayrı, deniz bizden gayrıydı. Kirlettik, kestik biçtik. BEN olmak
için ne gerekirse yaptık. Başka BEN'lere basarak, umarsızca yükselmeye uğraştık.
Ünvanlarla, mücevherlerle, malla mülkle süsledik BEN'lerimizi. Bir baktık ki
geride büyük bir boşluk. Hani BEN olunca doyacaktık, bitecekti bu doyumsuzluk.
Özümüz biliyordu diğer özlerden ayrı olmanın zavallılığını.. Tek damla olarak
kalamazdı, yapısına aykırıydı. Bütün olmalıydı. Karşısındaki farklı beden
örtülerinin içindeki kardeşlerini çıplaklığıyla gördü ve sevindi.
Birlikbilinciydi onun doğası...
Aynı öz farklı bedenler. Hepimizin içindeki özler aynı, sadece deneyim yaşama
telaşında koşturan özkardeşleriz. Karşımıza her ne koşulda, ne kılıkta, ne rolde
gelirse gelsin hepimizin özde aynı olduğumuzu unutmayalım. Bu mükemmel özü
onurlandıralım ve aynı yolun yolcuları olduğumuzu birbirimize hatırlatalım.
Yargısız, koşulsuz sevgilerle dolu bir dünyaya.
Haili-i Cibran ise şöyle der;
Tüm evren senin içindedir ve sende olan her şey evrende de vardır.
Senle, çok yakında olan bir nesne arasında hiçbir sınır yoktur;
tıpkı senle çok uzağındaki nesneler arasında hiçbir mesafe olmadığı gibi.
her şey en küçüğünden en büyüğüne, en alttakinden en üsttekine kadar,
senle aynı değerde senin içinde vardır.
Tek bir atom bile yeryüzündeki tüm elementleri içerir.
Aklın tek bir hareketi yaşamın tüm kanunlarını içerir.
İnsan tek bir su damlasında, sonsuz okyanusun sırrını bulur.
Senin tek bir görüntün, yaşamın tüm görüntülerini içinde taşır.
Mucize İnanmakla Başlar